26 Şubat 2011 Cumartesi

Çamaşır

Hayal edin bedeninizle aynı sıcaklıkta bir hava var ve siz bedeninizle aynı sıcaklıktaki bir suya sırtüstü uzanmışsınız. Hiç bir şey hissetmiyorsunuz. İşte o keyif, o rahatlık, o mutluluk halini kaydedin. Buna ideal his diyelim. :))


İç çamaşırı seçimi değişik sebepler ile oldukça zor, vakit alıcı bazen de bunaltıcı. Günümüz insanı bir takım çamaşırları doğrudan eliyor zaten. Hemen herkes artık doğal liflerden olsun, dikişleri olmasın gibi son derece doğru tespitler ile iç çamaşırı alıyor. Ben bunların üstüne bir iki şey daha söylemek istiyorum.


Evde ayakta durdunuz, çıplaksınız. Hissettiğiniz bir kaç şey vardır. Odanın ısısı, ayaklarınızın altındaki baskı, Kadın iseniz memelerinizdeki yer çekimi, erkekseniz penis ve testislerdeki yerçekimi, göbekli iseniz göbeğinizdeki yerçekimi hissi. İç çamaşırları giydiğiniz anda, "ideal his" diye tabir ettiğimiz hali yakalamanız gerekiyor. Tabi bu mümkün değil. Ayaklarınızın altındaki baskıyı hisetmeye devam edeceksiniz. Doğu çamaşır sizin yerçekiminden kaynaklanan meme, penis-testislerdeki hislerinizi yumuşatmalıdır. Göbek için yapılacak bişi yok ne yazık ki! :))


Herhangi bir organ herhangi bir zamanda kendini hissettiriyorsa orada bir sorun vardır. Giydiğiniz çamaşırların organlarınızın buradayım sinyali göndermesini tetiklememesine gayret edin. Külotun dikişleri batmamalı, kesimi tartmamalı; erkekseniz testisleri toplamalı ama sıkmamalı, penisiniz serbestçe hareket edip dokunma sinyali göndermemeli (özellikle sünnetli erkeklerde ciddi sorun), çok sıkı olup da rahatsızlık da vermemeli. Kadınların sütyenlerindeki kopçalar hissedilmemeli, balenler batıp rahatsızlık hissettirmemeli. Sütyenlerin kupu ne büyük olup meme uçlarının kumaşa sürtmesine izin vermeli, ne de çok sıkı olup sizi daraltmalı.


Geceleri uyurken üzerinizde çamaşırları çıkartıp çıplak yatmanız en iyisidir. Kadınlara tavsiyem yatay durumda iken sütyen takmayın, ama dikey konuma geçtiğiniz anda da üşenmeyip hemen sütyeninizi takın. Memeler çoook narin.


Bir de renklerden bahsedeyim. Erkekler için ideal iç çamaşırı rengi beyazdır. Kadınlar için ideal iç çamaşırı rengi de siyah. Tamam ben kadınlarda lila ve fıstık yeşilini çok seksi bulurum. Ülen bi saniye. Fıstık yeşili iç çamaşırı ile şov sözü verilmişti bana. Unutulmuş, e şimdi arayıp hani benim fıstık yeşili sütyenim donum desem, "Cinsiyet mi değiştirdin?" der neme lazım...


Tüm bunlar normal şartlar altında olacak şeyler. Karşı cinsi etkilemek isteyip renk ve malzeme olarak farklı şeyler elbet kullanılabilir. Günlük hayatta tercih edilmedikçe sorun yok.


Çorabın lastiği bile sıkmayacak. Ayağınıza giydiğiniz ayakkabı bile rahatsız etmeyecek. 


Tamamen giyinik olduğunuzda bile sanki çıplakmışsınız gibi yürüyeceksiniz. İşte bu rahatlığı yakaladığınız kıyafetleri tercih edin. Daha mutlu, daha huzurlu, daha enerjik olacaksınız.

25 Şubat 2011 Cuma

Egzersiz

Dün hatun aradı beni. Spora gidiyor bu aralar. Haftada üç gün spor, üç gün de pilates yapıyor. Sporla arası oldukça iyi. Zaten güçlü, sağlıklı bir kadın. Amacı çok uzun yıllar fit kalayım, kalbim güçlü olsun, vücudum bozulmasın gibi hem sağlık hem estetik kaygılar. Omuz bölgesinde bir değişme olmadığını haber verdi dün. Göbek diye bişi hiç kalmamış (minicik ayva göbeği vardı), 1,4 kg kilo almış ve kalçalardan 1 santim de genişlemiş. Nasıl mutlu oldum nasıl mutlu oldum, elma şekeri bulmuş çocuklar gibi sevindim. Yarabbim çok seviyorum büyük kalçaları. :)))


Hah ne diyordum? Tamam. Sporla arası iyi. Pilates için de saydırıp döktürdü bi dünya. O Ebru Şallı'ya neler neler söyledi. Hareketleri yapmak çok zor, hareketleri yaparken nefes almak bile epey beceri istiyor. Ebru Şallı ise hem yapıyor hem "nefess alll, nefess veeeaarr!" diyor bi de car car konuşuyor, saygı duydum kadına valla diye özetledi durumu.


Pilates şöyle faydalı, böyle iyi demiim ben. Bütün kadınlar yapmalı pilates. Çok güçlü bir vücuda sahip oldukları gibi, esnek ve estetik bir vücuda da sahip oluyorlar. Kadınlıklarını bozacak kaslanmaya da sebep olmadığı için güzel bence.


Böyle sağlıklı, güçlü bir kadın sayesinde benim de evde egzersizler yaptığım doğrudur. Nefesim yarı yolda tıkanmamalı hiç bir koşulda. 


Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

24 Şubat 2011 Perşembe

Samimiyet

Samimiyet. Kısaca içten, candan, gönülden davranmak demek. Sizler ne anlıyorsunuz bilemem samimi davranmaktan, ben içinde olanı olduğu gibi dile getirmek, düşündüğün ile yaptığının arasında fark olmaması diye anlıyorum. Çıplak olmak demek benim nezdimde samimiyet.


Pek çok insanla tanıştım, çoğuna samimi olmadım. Niye olayım ki? Niye açayım ki içimin kapılarını herkese. O kapıları açtığım bir kaç kişi oldu hayatımda. Bir kısmı o kapıdan girdi, bir kısmı girmekten çekindi uzak durdu. Kimi girenlerin de aynı temizlikle kapılarını bana açmadıklarını gördüğümde yavaşça dışarı attım; bazen incitmeden, bazen tekme tokat.


İnsan en çok kendine acımasız davranıyor, sonra da BEN diyebildiği kadar yakın gördüklerine. Kimileri oradaki kavganın mazeretini görebiliyor, BEN dediğimiz yere onca yakınlıktan kendine davrandığı gibi davrandığını anlıyor. Kimi anlamıyor, uzak kalıyor. Hatta uzak kalmayı tercih edip daha da uzaklaşıyor. BEN yerine koydum seni anla dediğinde de ama ben SEN değilim diyor. Vurgunun yanlış kelime üstünde olduğunu anlatamıyor insan, dikkati oraya çekmeyi beceremiyor, üzülüyor. 


Uzaksın bana dediğinde başka hiç bir şeyi düşünmüyor niye demiyor, napabilirim demiyor, nasıl yakın olurum demiyor. Uzak kelimesine odaklanıp kalıyor. Uzakları yakın etmek için çabalamıyor. Kolu kanadı kırılmış gibi olduğu yerde kalakalıyor. Haklıdır tabi kendince böyle mahzunlaşmasında. Bilemiyorum. Bildiğim yakın olmak için "Korkma! Ben uzakları yakın ederim, burdayım." diye yazabilecek samimiyeti gösterememesi. 


Ömür çok kısa. Zihni açık tutmak gerek. Fırsatlar belirip kayboluyor sürekli. Belirdiğinde yakaladınız yakaladınız, sonra hayalden bile uzakta kalıveriyorlar insana. 


Süper arabaları vitrinlerde izleyip izleyip kuyruğu kıstırıp gitmek hiç hoş değil biliyorum. Ama o kuyruk hala bacakların arasında iken sahip olduğumuz külüstür arabaya "Dünyanın en iyi arabası sensin!" demek de samimi değil.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Önem Listesi

Bugün doğum günüm. Her doğum günümde hep mahzun hissetmişimdir kendimi. Her zaman sevdiğim ve o an yanımda olmasını istediklerim hep uzakta olmuştur. Hatta yanıbaşımda olup da aklı ve kalbi çok uzaklarda olanlar bile oldu. 


Bu mahzunluğumun sebebi taa çocukluğuma dayanır. Büyürken hiç sevdiklerimle bir arada olamadım ben. Hep ailemden uzakta oldum. Bunların sebepleri ve detayları şu an için mühim değil. İçimdeki çocuk mahzun kalır doğum günlerimde, hep yanında yamacında birileri olsun ister. Çocuk bu bahane de işlemez ona. Bu sefer büyüdüm diye övünebilirim. Bu son mahzunluğum. "Önem verdiklerimin listesi" diye bir listem var. Güncelledim. "UZAK"ta olanları özlemek ve arzulamak yerine "YAKINIM"da olanların kıymetine odaklanıcam artık.


Sevgiyle...

22 Şubat 2011 Salı

Yıldız Tilbe

"Ahmet maranki cok ilginc seyler anlatiyor. Sanki sen konusuyormussun gibi. :-) fox tvde." diye gelen bir SMS ile kalkıp televizyon başına geçtim. Ahmet Maranki tamam da onun yanında kuş yuvasına benzetilmiş saçı olan adam var ya. Hah işte onun konuşmasına falan fena halde gıcığım. Yine de mesajı atana sevgimden oturdum izledim. Program bitince kanalları geziyordum. Davut Güloğlu ile şu Sarı Şekerin yaptığı programa denk geldim. Yıldız Tilbe şarkı söylüyordu.


Ne zaman Yıldız Tilbe'yi dinlesem eskilerden biri gelir aklıma. Işıl ışıl bir su damlasına benzetirdim onu. Hayatıma giren tek kumral kadındı. Neşeli, güler yüzlü, keyiflendiğinde kalkıp karşımda göbek atardı. Onun hakkında anlatılacak çok şey olduğunu görüyorum. Hatıralarım akın akın açığa çıktılar. Ama onu sadece özetlemek geliyor içimden. Kadınlara saygı duymama sebep olan kişidir. Umarım mutludur ve aradığı erkeği bulmuştur.

Havlu Kullanmak

Hani elimizi yüzümüzü yıkarız ya! Havluyu bi güzel bastırırız yüzümüze, böyle aşağı yukarı sürte sürte kurularız ya yüzümüzü. Yapmayın öyle! Havluyu hafifçe bastırın yüzünüze ve yukarı doğru sürtmeden hafifçe baskılayarak kurulayın yüzünüzü. O yüz lazım, sarkmasın, kırışmasın. Koruyun onu.


Banyodan sonra da vücudu ovalar gibi kurularız ya hani! Onu da yapmayın. Yine bastırın hafifçe ve ileri geri hareket ettirmeden kurulayın. O bölge kurulanınca havluyu kaldırıp başka bölgeye uygulayın aynı şeyi.


Cildinize iyi davranın. :)))

21 Şubat 2011 Pazartesi

Banyo

Yıkanmak kişisel temizliğin ve bakımın önemli bir aşaması. Hepimiz nasıl yıkanmamız gerektiğini ve yıkanırken hangi malzemeleri kullanmamız gerektiğini biliyoruz. Ben yine de şöyle bir üzerinden geçeyim.


Banyoda keselenmek apayrı bir keyif. Kese için kullandığımız farklı farklı malzemeler var. Annelerimizin ördüğü yün keseler, doğal süngerler, naylon yumaklar, kabak lifleri ve hamam tarzı ipek keseler. Kabak lifleri ve ipek keseler haricindekiler sağlıksız. Keseyi genital bölgemize, yüzümüze uygulamak da sakıncalı. Kadınların da memelerini keselemesi doğru değil. Her banyoda kese yapmak da iyi değil. Ayda iki veya üç defa kese kullanımı idealdir. Kabak lifleri kadınlar, ipek keseler ise erkekler için uygundur.


Duş almak çok iyidir. Hayat tarzınıza göre günde bir kaç defa da duş alabilirsiniz, haftada bir kaç defa da. Saçınızı uygun gördüğünüz bir temizliyici ile temizlemek size bağlı, bu sabun olur şampuan olur. Haftada iki veya üç defa şampuan kullanımı yeterlidir. Daha fazla kullanım saç sağlınızı yitirmenize sebep olacaktır. Sadece su ile yıkadığınız müddetçe kaç defa saçınızı yıkadığınızın çok önemi olmamakla birlikte, günde birden fazla saç yıkamak saçınızı zayıflatır.


Bedeni her seferinsa sabunlayabilirsiniz. Genital bölgeleri sabunlamak da hoş değil. Genital bölgelerin sabunlanması doğal koku ve tadın kaybına yol açacağı gibi cinsel hassasiyeti de yok edecektir. Genital bölgeleri sadece su ile temizlemeye özen gösterin.


Normal şartlar altında insan teri kokusuzdur. Koku ter içindeki malzemeleri gıda olarak tüketen bakterilerden kaynaklanır. Kötü kokuya önlem olarak bakteri üremesine engel olmak yeterlidir. Banyodan sonra gül suyu kullanımı bakteri üretimine engel olacağı için kötü koku yaymanıza da engel olur. Deodorantlar aynı etkiyi yapmazlar. Deodorantlar ya terlemeyi baskılar ya da kokuları baskılarlar. Terlemenin baskılanması da sağlık sorunlarına davetiye çıkartacağı için tavsiye etmem. Koltuk altı ve kasıklardaki fazla tüylerin de bakteri yerleşimine katkısı nedeniyle, koku üretiminde etkisi yadsınamaz.


Misler gibi dolaşın, misler gibi kokun.

20 Şubat 2011 Pazar

Ağız Temizliği

Ağız ve diş temizliği pek bi önemlidir. Vücudun sağlıklı ve dinç olmasından tutun da yediğiniz yemeğin tadını layıkıyla almaya kadar nice faydaları vardır. Birini öperken ağzınızın koku ve tad olarak da iyi durumda olduğunu bilmenin kendinize olan güveni de arttıracağı kesindir.


Günde iki defa diş fırçalamak yeterli. Sabahları mutlaka dil temizlenmeli, sonrasında dişler fırçanlamalıdır. Dildeki bakteriler defedilmeden yapılacak fırçalama kendimizi kandırmaktır. 


Diş macunu kullanılıyorsa tercih sabahları kullanmak olmalıdır. Mercimek tanesini geçmeyecek miktarda diş macunu kullanımı yeterli, fazlasından kaçınmak iyidir. Beğendiğiniz bir diş fırçasını kullanabilirsiniz. Tavsiyem fırçanın kıllarının uçları yuvarlak olmasıdır. Böylece diş etlerinize zarar vermezsiniz. Dişin dibinden ağzın ortasına doğru fırça kullanımı daha uygun olur. Fırçayı diş etlerine fazla temas ettirmemeye gayret edilmelidir. Bir de yatmadan hemen önce dişlerin fırçalanması yeterlidir. Yatmadan önce dişleri fırçalarken diş macunu kullanımı mide için sakıncalıdır. Gün içinde ihtiyaç hissedilirse yine fırçalanabilir ancak rutin diş temizliği için gerekli değildir. 


Yemekten sonra hemen diş fırçalamak dişler için sakıncalıdır. En az yarım saat beklenmeli ve dişler sonra fırçalanmalıdır. Bu bekleyiş anında, dişlerdeki yemekten kaynaklanan tahribat onarılır.


Diş macunu yerine doğal gülsuyu kullanılabilir. Gülsuyu kullanılır ise her fırçalamada kullanmak çok güzel olur.


Yatmadan önce dişler fırçalandıktan sonra, gülsuyu ile ağız gargara edilirse ve bir yudum gülsuyu içilirse sabah uyanıldığında ağız içindeki tad ve koku çok daha hoş olur. Yatmadan önce gülsuyu yutuluyorsa ve sabah kalkıldığında midede yanma oluyorsa, kullanılan gülsuyunun doğal olmadığı anlışılır.


Damağına düşkün insanların mutlaka dillerini temizlemesi gerekir. Tad duyusunda muazzam değişim yaşayacaklardır. Aynada dilinize baktığınızda dil üzerinde beyazlık görüyorsanız, ağız içinde bakırımsı bir tad alıyorsanız, bu dil üzerindeki bakterilerden kaynaklanmaktadır.

17 Şubat 2011 Perşembe

Haplar

Tek bir konu üzerinde detaylı bişi yazmak gelmedi içimden. Aklımdaki notlardan bir kısmını aktarayım, sonra detaylandırırım keyfim gelince. :))



- Keçi yoğurduyla mayalanmış keçi sütünden yapılmış yoğurt yap.
- Lahana, kefir, tarçın, zencefil, agave ve akçaağaç şurubu, meyvelerden kuru meyve.
- Et yiyin ama eti kurutmadan yakmadan pişirin.
- Balık, et ve tavuğu buzdolabında aynı yere koymayın.
- Peynirde tuz zararlı, önce suda bekletin.
- Mısır yağı, ayçiçeği yağı, fındık yağı dönüşümlü yiyin.
- Meyvelerin suyu zarar verir. Şekeri yükseltir onun için meyvesini yiyin.
- Bıldırcın yumurtası iyidir.
- Yaseminli yeşil çay, pul biber, himalaya tuzu ve deniz tuzu kullanın.
- Kara biberi önce kavur sonra öğütücüye koy.
- Zencefil, tarçın en faydalısı, safran pirinçle iyi olur.
- Balığı yağda kızartmayın (illa kızartıcam diyorsanız da mısır ununa iyice bulayın).
- Lüfer balıktır. Yediğiniz balıklar deniz balığı olsun.
- İstavrit hamsiye göre daha iyidir, hamsi ağırdır.
- Balığın yanında iç zarı alınmış kuru soğan iyi gider.
- Su önemli, cam şişeden iyi olur, en az 1 lt.
- Su arıtmak iyi olur.
- Susayarak su içmek zararlı, susamadan su için.
- Tavukları defne yaprağı ile pişirin, defne yaprağı tavuğun üzerindeki tüm olumsuzlukları alırmış (tavuklar üzerinde son zamanlarda çok oynanıldığı için).
- Biber salçası kullan.
- Makarna çok sağlıklı.
- Biber salçalı pilav ye.
- Mide rahatsızlığına 2 yudum soğuk süt ya da havuç.
- Köhner marka salça, ketçap.
- Acuka iyi.
- Dışarıda pişmemiş sebze yemeyin (salata gibi).
- İlk yağan temiz karı al üzerine pekmez dök ye ya da yoğurt ile pekmezi karıştır ye.

Uyku Sistematiği

Uyandırılmayı hiç sevmedim hayatım boyunca. Ha biri gelip dürtüp uyandırmış ha alarm çalmış uyandırmış. Kalkma vakti yataktan çıkmamak için her türlü şebekliği yaptığımı hatırlıyorum. 2 dakka daha, 3 dakka daha, 5 dakka daha diye diye bir saat geç kalktığım bile olmuştur. Bir dönem çalıştığım bir işte, sabah 6da kalkar, alel acele giyinir fırlar evden, en yakındaki arakdaşı alır, hemen arabanın arkasına geçer yatar uyurdum. İş yerine kadar o arkadaş kullanırdı arabayı. 


Akşamları da bir türlü yatmak istemezdim. 2 dakka sonra, 10 dakka sonra diye diye saatler geçer kalkmam gereken saate 3-4 saat kala anca yatağa girerdim. 


Şimdi uyku üzerine bir düzenin tutturulması gerektiğini çok net görebiliyorum. Kırk yıllık alışkanlıklarıma ters olmasına rağmen titizlikte uymaya çabaladığım bir kaç şeyi paylaşayım. Uyulması halinde bedende ve bilinçte nelerin değiştiğine inanamayacaksınız.


Gece saat 2 ila 4 arası (kış saati uygulamasına göre) mutlaka derin uykuda olmak gerekiyor. Melatonin diye bişi varmış, bunun salgılanabilmesi için en uygun saatler diyorlar. Bi de bu melatonin zifiri karanlıkta üretilirmiş. Bedenin yenilenmesi için çok elzem bişi imiş. 


Yatak odasındaki elektronik cihazarın hepsi yaydıkları frekanslar ile artı yorgunluk veriyorlar. Hiç bir elektrikli cihaz bulundurmuyorum yattığım odada. Cep telefonu bile almamaya gayret ediyorum yanıma. Cep telefonunu yattığım odaya alacaksam en az 2 metre uzağımda durmasına dikkat ediyorum. Ayna da yok yattığım odada. Ayna da zarar veriyor.


Sabahları kalkacağım zaman yatakta keyif yapmıyorum, uyandığım an fırlıyorum yataktan. Uyanmam ile yataktan çıkmam arasında geçen süre en fazla 10 saniye oluyor. Çok faydasını gördüm bunun. Eskiden yataktan çıktığımda bilincimin ancak yarısı aktif olurdu, şimdilerde %95 açık bilinç ile kalkıyorum yataktan.


Uyandırılmamayı tercih ediyorum. Uykumu alınca kendiliğimden uyanmayı tercih ediyorum. İhtiyacım olan uyku saatine göre ve kalkış saatime göre yatış saatimi ayarlıyorum. Uykum bittiğinde yataktan çıkıyor bir daha yatmıyorum. Uyku arasında tuvalet veya başka bir şey için kalkmalarımı uyku sonu olarak değerlendirmiyor, uyumak için yatağa geri dönüyorum.


İşim olsun olmasın, sabah 10dan sonra kalkmamaya özen gösteriyorum. Saat 10 ila 12 arasında hiç bir şekilde yatakta olmuyorum. 


Bedensel ve zihinsel yorgunluğuma bağlı olarak günlük uyku ihtiyacım 5 ila 8 saat arası değişiyor.


Toparlarsak;


1. En geç saat 01:00'de yatmalı,
2. En geç saat 10:00'da kalkmalı,
3. Gece saat 2 ila 4 arası mutlaka derin uykuda olmalı,
4. Yatak odasında hiç ışık olmamalı,
5. Yatak odasında elektrikli, elektronik, cep telefonu, ayna bulundurulmamalı (ayna varsa üstü örtülebilir),
6. Uyku ihtiyacı bitince kendiliğinden uyanmalı, uyandırılmamalı,
7. Gün içinde uyuma ihtiyacı olursa 10:00-12:00 saatleri arası uyunmamalı,
8. Tuvalet, su içme gibi sebepler ile kalkınca uyku bitmemiş ise yeniden yatılabilir,
9. Uyku bitimi ile uyanınca yatakta oyalanmamalı, derhal yataktan çıkılmalı.


Sonuç;


Çok keskin çalışan bir zihin; yenilenmiş, zinde ve kolay kolay hasta olmayan bir beden; yüksek irade gücü.


İyi uykular...

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kadın

Kadın güzeldir. Kadın latiftir. Kadın eğlencelidir. Peki her dişi kadın mıdır? Değildir. Nasıl anlarız kadın olup olmadığını? Bununla ilgili pek çok bilgi var aslında. Biraz araştırma yapılırsa bunlar hep bulunabilir. Ben çok belirgin olanları şöyle bir toparlayayım istedim.


Öncelikle pembe kimliği sonradan edinmişse, kromozomlarında "XX" dışında varyasyonlar varsa, ikinci bir cinsel organı olup da bu penis ise hiç şüpheye yer yok ki o kişi kadın değildir.


Ne yazık ki doğrudan ruha bakmak mümkün değil. Bu yüzden de bedendeki belirtilere bakmak gerekir.


Kadim uygarlıklar ve öğretilerde kadın genelde yumuşak figürler ile sembolize edilmiştir. Bu tesadüf değildir. Kadın bedeninde hep yumuşak ve yuvarlak çizgiler hakimdir. Sert çizgiler kadın bedenine uğramaz. Yay şeklinde kaşları olur kadının, köşeli kaşları olmaz. Yüzü daha yuvarlakça olur. Yuvarlak omuz başları, yuvarlak memeleri, yuvarlak kalçaları olur. Kalçadaki kavis kesintisiz devam eder, erkek kalçası gibi girintili çıkıntılı olmaz. Bel çizgisi yumuşak bir çizgi halindedir. Cetvelle çizilmiş gibi incelip kalınlaşmaz. Safinaz gibi ince bir kadına Türkiye'de rastlamak imkansız gibidir. Bizim ülkemizin kadınları hafif balık eti olur. Bir haltercinin kolları gibi kasları asla olmaz. Yumuşaktır kasları. 1,60 ila 1,74 arası boyu olur genelde. Başka ırklarda (ülkelerde) bu boy değişebilir, ancak bizim ülkemizde bu sınırlar içinde kalır çoğunluğu.


Yürürken kalçalarını mutlaka oynatır, engel olamaz buna. "Oynak ağır kalçalarıyla kadınlar" diyerek Nazım Hikmet de bunu dile getirir. 


Teni ince ve ipeksidir. Güneşten ve tozdan mutlaka korunmalıdır. Dokunmayı, sevişmeyi bilmeyen bir erkekle çabucak solar, kurur. Hatta latifliği yok olur. Vajinal sıvılarının ne kokusu ne de tadı kötü olmaz, aksine çok hoştur. Sevişirken okyanuslar gibi diye tabir edilecek şekilde asla ıslanmazlar, ancak yeteri kadar. Yanınızda minik havlular bulundurmanıza gerek yoktur. Bu sıvı aynı zamanda geciktirici krem etkisi yapıp uyuşturmaz.


Kıl kadın olmamanın en büyük göstergesidir. Sakal bıyık bir yana, bedeninde fazla tüy olmaz, anüs çevresinde hiç olmaz. Kıl ve letafet bir arada olmaz.


Kibardırlar. İnsanlara karşı değildir bu kibarlıkları sadece. Eşyalara bile kibardır onlar. Koltuğa pat diye atmazlar kendilerini, narince otururlar. Birine ikram ettikleri bir içeceği narince koyarlar masaya, kafalarına vurur gibi değil. Eskilerin "hanım hanımcık" tabirinin açılımı da budur zaten.


Bir erkek için kadın, cennet içinde cennettir. Socrates'in "Ne pahasına olursa olsun evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz, yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz." sözündeki mutluluk, bahsettiğim cennete işaret etmektedir. 


Arkadaşınızın kadın olup olmamasının bir önemi yoktur. Kadınlık ve erkeklik sıfatları ancak tamamlayıcısı ile önem kazanır. Arkadaşınızın kadın olması önemli değildir, eşinizin kadın olması önemlidir; tabi siz bir erkek iseniz.


Kadında bedii, cemal, rahim,... diye başlayıp şöyle olur böyle olur demek istemedim. Böyle çay sohbeti havasında, teknik ve terminolojik kavramlara hiç girmeden hafifçe akan bir yazı olsun istedim.


"Kadın" ve "Kadın gibi" arasındaki farkı bilmek ancak "erkek" için önemlidir.

Etler

Kırmızı et, beyaz et ve balıklar. Bunları asla aynı anda yemeyin. Bir türden diğerine geçiş için en az 3 saat bekleyin.

Sıvı Yağlar

Tüketmeyi en çok sevdiğim sıvı yağ zeytinyağıdır. Ancak zeytinyağı saklanması ve kullanımı çok zor olan bir sıvı yağ. Zeytinyağı mutlaka sızma olmalı. Zeytinyağının en değerli olduğu an elde edildiği andır. Hava ve ışık ile temas yağın tadını ve kalitesini bozar. Küplerde (günümüz şartlarında renkli cam ambalajda da olabilir) saklanmalıdır. Kızartma için kullanımı zordur, kolaylıkla yanar (duman çıkartır) ve toksin açığa çıkar. Yemeklerde kullanımında da yağı yakmamaya dikkat etmek gerekir. Salatalarda çiğ tüketimi enfestir. Plastik ambalajda satılan ürünlere rağbet etmeyin, mutlaka koyu renk cam ambalajda olanları edinin. Ege'den doğal üretim alma ihtimaliniz varsa, küplerde saklanmış olanlarını tercih edin. Daha detaylı bilgi için tıklayın.


Sıvı yağları yemeklik, kızartmalık ve salata için kullanırız. Salata için benim tek tercihim sızma zeytinyağı. Yenilebilir diğer sıvı yağlar da kullanılabilir.


Fındık yağı hem kızartma hem de yemeklik olarak kullanıma son derece uygun, doğal (işlenmemiş) bir yağdır. Tavsiye ederim. Bulma ve kullanma imkanınız yoksa, kanola yağı ve mısır yağı kullanabilirsiniz. En son tercihiniz ayçiçek yağı olsun. Mısırözü yağını ise mutfağınıza asla sokmayın. Mısırözü yağı, mısır nişastasından mısır şurubu imalatı esnasında açığa çıkan yan ürün.


Yağları dönüşümlü olarak kullanmanız da oldukça faydalı olacaktır.

15 Şubat 2011 Salı

3 Beyazın Sonuncusu

Evet sıra geldi un ile olan muhabbete. Un öyle bir gıda ki biz Anadolu insanının beslenme kültürünün merkezinde. Onu hayatımızdan çıkarmamız imkansız. Niyetim unu hayatınızdan çıkarın demek değil zaten. Ben size hangi unu kullanacağınız üzerine basit bir iki öneri vericem. 


Dikkat ettiyseniz gerekçeleri olmadan şunu yapın bunu yapın diye yazdım tuz ve şeker için. Aynı formata devam. :)) İsteyen araştırıp detaylı bilgilere ulaşabilir. Güvenmeyip umursamayanlar da bildikleri gibi yemeye devam edebilir. :))


Beyaz un diye bişi var. Buğdayın özü ve kepeği çok değerli besinler. Bunları çıkartıp beyaz un diye bişi elde ediliyor. Günümüzde insanlarımız nedense bunu tercih ediyorlar. Çok sağlıksız ve çok lezzetsiz.


Size tavsiyem tam buğday unu kullanmanız. Daha esmer bir rengi olur ve sanki daha kirli gibi bir görüntüsü vardır unun. Yediğiniz ekmeği tam buğday unundan ya da tam çavdar unundan yapılmış olmasına dikkat edin. Mutlaka güvendiğiniz yerden alın ekmeklerinizi. Fabrikasyon üretimlerde amaç yüksek karlılık olduğu için uzak durabilirsiniz. Sofranıza yemek için koyduğunuz ekmeğin mümkün olduğunca çok çeşitli olmasına özen gösterin.


Evde yaptığınız hamur işlerinde imkanınız varsa çok çeşitli unları karıştırarak kullanın. 


Francala denen beyaz ekmek yemek durumunda kaldığınızda, mümkün olduğunca kabuğunu yiyip içini yememeye özen gösterin.


Bu önerilerimin hiç biri lezzet için olmamakla birlikte, lezzet olarak da farklılık yaşayacağınızı göreceksiniz.

14 Şubat 2011 Pazartesi

3 Beyazın İkincisi

İntihar etmek istiyorsanız mısır şurubu kullanın. Fazla uzun yaşamaya ne gerek var, hadi yaşadık diyelim sağlıklı olmaya ne gerek var diyorsanız beyaz şeker (toz, kesme) tüketin.


Kullandığınız şeker türüne çok dikkat etmeniz gerekiyor. Öncelikle mısır şurubu denen şeyden uzak durun. Kullandığımız hazır gıdaların çoğunda kullanılıyor bu mısır şurubu. Beyaz şekeri de mümkün ise hayatınızdan çıkarın. Esmer şeker tüketin, sonradan boya ile renklendirilmiş değil de rafine edilmemiş anlamındaki esmer şeker. Şekerpare, revani, baklava gibi evde yapabildiğiniz tüm tatlılarda esmer şeker kullanmaya özen gösterin. Tatlandırma miktarı beyaz şekere göre farklı olduğundan ilk başlarda şeker oranını ayarlamakta zorluk çekebilirsiniz.


Kahvaltılarda şeker yerine akçaağaç şurubu, bal, pekmez gibi doğal tatlılar ile çayınızı tatlandırabilirsiniz. Ancak keyif için içeceğiniz çaya yapacakları aromatik eklentiyi sevmeyebilirsiniz. Bu durumda esmer şeker kullanımını öneririm.  

13 Şubat 2011 Pazar

3 Beyazın Birincisi

İnsanların zaman zaman yanlış beslendiklerini görüyor üzülüyorum. Bedenlerini hırpalayıp ömürlerini kısaltıyorlar. Aklıma düştükçe burada takvim yaprağı arkası kıvamında tavsiyelerde bulunmak istiyorum. 


Beslenirken en büyük sıkıntılarımızdan biri de tuz kullanımı. Tuzun yanlış kullanımının açtığı hastalıklardan neredeyse herkes haberdar. Doğru tuz kullanımı üzerine bir şeyler söylemeyeceğim. Doğru tuz nedir o konuda bir şeyler söylemek istiyorum.


İmkanı olanlar Kore tuzu kullansın, bulamazsa Himalaya tuzu kullansın. Bu ikisini de bulamayanlar okyanus (deniz) tuzu kullansın. Hepsi de değirmen ile kullanılması gereken formatta temin edilebilir.

New York'ta bir Afrikalı

- Tanrım tenim niye böyle kara?
- Afrika'nın kızgın güneşi altında rahatça gezebilesin diye.
- Tanrım burun deliklerim niye böyle geniş?
- Afrika'nın sıcağında rahat nefes alabilesin diye.
- Tanrım saçlarım niye böyle kıvır kıvır?
- Afrika'da çalılara takılmasın diye.
- Tanrım niye bacaklarım böyle uzun?
- Afrika'da vahşi hayvanlar kovalarken rahat kaçabilesin diye.
- E peki Tanrım beni niye New York'ta yarattın öyleyse?
- ...


Çok severim bu fıkrayı. Dinlediğimde hem düşünmüş hem de gülmüştüm. Bu hafta benzer bir serzenişi ben yaşadım, birebir. Ankara'daydım. Nasıl soğuk nasıl soğuk anlatılır gibi değil. Benim zenci genlerimden gazı alan koca delikleri olan kısa burnum o soğuğu süzüp ısıtmak konusunda çok yetersiz kaldı. 


Arkadaşların gazına gelip kahvaltıyı dışarıda yapmaya karar verdik. Çıktığımız da topu topu 200-300 metrelik bir rampa. Öyle soğuk ki burnumdan nefes aldıkça alnıma kadar olan her yer hissizleşiyor, beynimin ön lobunda olan hücreler ölüyor. Yukarıda anlattığım fıkra aklıma geldi, gülemiyorum bile. Kendi kendime küfrediyorum. Burnumu kapatıp ağzımdan nefes almayı denedim ama dilimin donarak döküleceğini sandım. Nefes alma sekteye uğrayınca ciğerler sapıttı, yeterli oksijen gitmeyince bacaklarım iflas etti. Ne işkenceydi o rampayı çıkmak. Gittiğimiz yerde yediğim menemen bile kendimi affettirmedi. Hala küfrediyorum. "Siktiğimin zenci kırması ne işin var derin dondurucu taklidi yapan bir memlekette, gitsene sıcak bir yere." 


Bu sabah Aydın'a döndüm ve mutluyum. Nasıl güzel bir hava, ılık ılık yüzümü okşayan tatlı bir esinti. 


Sevmiyorum soğuk memleketleri...

6 Şubat 2011 Pazar

Sucuk

Dün köyün birine gittik. Oranın deve sucuğu ile yapılan tostları meşhur diyip götürdüler beni. İşte burada yapıyorlar diye arkadaş bir yere götürdü. 12 yaşlarında bi delikanlı gelip biz yapmıyoz ağbi, salamdan yapıyoz, burda kimse deve eti ile bişi satmaz dedi yolladı bizi. Döndük gidiyoruz, bi kasabın önünde deve sucuğu, dana sucuğu, kavurma, lokanta yazıları gördüm. Arabayı durdurdum, geldik önüne park edip içeri girdik.


70 yaşlarında bir adam bize hoş geldiniz dedi. Üç kişiyiz. Anlattım derdimi, deneme maksadıyla az bişi sucuk yiyelim istiyorum ben. 600 gr sucuk tarttı. İçeride 4 masa var dandik 4 masa, kocaman bir kasap tezgahı, arka taraf PVC ile çevrilmiş mutfak yapılmış. Aslında kocaman bir oda 3 bölüm gibi algılanıyor. O arada 35 yaşlarında bir adam girdi içeri, yanımıza gelip hoşgeldiniz diyerek bizimle tokalaştı. Nasıl sevindim bilemezsiniz. Adam da muazzam bir pozitif yayın var, anladım ki usta, aşçı, kasap asıl bu adam. Mutfak taklidi yapan yere seslendi baba ne yapıyoruz diye. Yaşlı adam durumu özetledi. Acele girdi içeri başladı bizim deve sucuklarını yapmaya. 


Daha önce deve sucuğu yemiştim. Yediğimi sanmışım. Ekşi ekşi tuhaf bişi idi. Bu bildiğimiz dana etine çok yakın lezzette bir et. Ama çok hafif bir et, sucuğunu yerken ağırlaşmıyor hafifleşiyor insan. Bizim sucuklar tek saca sığmadığı için iki taksimde geldi masaya, dana sucuğu da yapıyormuş usta, üstüne de azıcık dana sucuğu istedik amaç tatmak. İki taksim halinde de dana sucuğu geldi masaya. Üzerine de çay ikram etti bize usta. 


Yemek boyunca da yanımızda oturdu sohbet ettik. Sorular sorduk, o anlattı. Deve eti nasıl olur, sen nerden buluyon, müşterisi var mı, sucuk yapınca müşterisi artıyor mu, gibi gibi. Eskiden deve sayısı azmış, şimdilerde çoğalmış. Eskiden 1000 kadar deve varken şimdilerde 2400 deve var diyor. Usta yörükmüş, deveciyiz biz diye ekledi. Antalya'dan İstanbula kadar tüm kıyı şeridine sucuk ve et yolluyor bazen de kendi götürüyormuş. Müşteri çok ürün yetersizmiş gibi anladım ben. :))


Bir haftadır mutsuz gezen ben, sucuklar bittiğinde hayatımda ilk kez mutlu olmuşum gibi hissettim kendimi. Şakaklarımın uyuşmasını izledim keyifle. "İşte bunun üstüne sigara içilir" dedi biri, alıp yaktım sigarayı. Tam o anda bir de telefon geldi. Tatlı niyetine de telefonla konuştum.


Nefisti nefis.


Sucuk endorfin üretiminde çok güçlü bir etken. :D

5 Şubat 2011 Cumartesi

Dedikodu

Hıncal Uluç "Bir gecelik macera/ One night stand" dedi.


Heberler "Sana ne!" dedi.


Sabah toplum dersi dedi.


E sonuçta bize ne? Kim kiminle nerde ne isterse yapsın. İster aşka düşsün, ister aşk yapsın. Bu toplumun neredeyse tamamı hiç bir şekilde eşini, sevgilisini kıskanmaz. Arada bir iki tane böyle düşünen çıktı diye tu kaka mı diyecez Defne'ye? Tüm erkekler İlker gibi mezarın başında ağlayıp üzülür di mi bu ülkede? Ha detayları bilmiyoruz. Neyin ne olduğu belki otopsi sonrası netleşecek. Yine de pek çok erkek o cenazeye gitmezdi. Hıncal Uluç bu toplumun gerçeğini dile getirdi diye bu kadar abartarak adama yüklenmenin amacı ne olabilir? Fuck buddy bolluğu hayal edenlerin çığlıkları mı bunlar?

4 Şubat 2011 Cuma

Ah Sigara Vah Nikotin

Bir kaç gündür bitirmeye uğraştığım bir yazı var. Son olarak duygular üzerine bir şeyler karalamıştım. Devamında dürtüleri kaleme alayım istedim. İnsandaki katmanlardan hangileri dürtüleri ateşler, açığa çıkartır ve bu katmanlardan hangileri birbirleri ile etkileşir onu yazacaktım. Ancak öyle makale yazar gibi değil de çakırkeyif bir sarhoşlukla dürtülerin ne kadar insanî olduğunu fark ettirmekti amacım. Hani böyle okuyunca insanlar, duyguları hayvanî dürtüleri ise insanî bulacakları ama bir türlü de bu ulaştıkları sonuca emin olamayacakları yumuşak, esnek, hah hah liboş bir ağız ile yazayım istedim. :))


Yazabildim mi? Yok yazamadım. Kafamı toplayamıyorum. Hafızamdaki, hazmettiğim bilgilere ulaştığımda birilerinin benden önce oraya girip ortalığı tarumar etmiş olduğunu görüyorum. Uğraş dur ortalığı toparlıycam diye. :))


Yirmi beş yıldır kesintisiz devam eden bir aşkım bir ilişkim var. Vardı... Bir hafta önce terk ettim aşkımı. Ondan ayrılmanın zorluklarını bile bile, çekeceğim acıları bile bile terk ettim. Son 25 yılın en .... (uygun kelime yok; böyle diplerde, batmış, çürümüş ve bol zehirli olduğu için gübre bile olamayacak olan anlamını verecek bir kelimeye ihtiyacım var). 


Nasıl kendimle eğleniyorum bu günlerde bilemezsiniz. Meğer bende fil geni varmış. Bu nasıl iştah böyle? Yiyorum yiyorum doymuyorum. :) Acı tarafı ise endorfin üretmiyor bedenim şu ara. Mutsuzum. :( Öyle böyle değil hem de, depresyon mutsuzluğu benimkisi. Zevk aldığımı bildiğim ne kadar aktivite varsa yapmayı denedim. Çok komik olaylarda kahkaha bile attım. İnsan kahkaha atarken mutsuz olur mu yaw? Beni mutlu eden pek çok şeyi denedim, ı ıh sonuç başarısız. Soruşturmalarıma göre üç hafta sürermiş bu endorfin üretiminin yeniden başlaması. Kaldı iki hafta. :)) 


Komik olan, hala severken ayrılmaya karar vermekti. Olsun pişman değilim. Verdiğim kararın doğru olduğundan eminim. 


Ve çok özledim...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Duygular

Duygular üzerine düşünüyordum. Bir blogta duygusallık üzerine bir serzeniş görünce hadi dedim, bütün gece kıvranıp zaten yazdın bu yazıyı, şimdi kayda geçir.


Duygular hep anlamakta zorlandığımız, akıl ile çözümlemeye çalıştığımızda çuvalladığımız bir tarafımız. İyi kötü hepimiz biliriz duyguların akılla, mantıkla, felsefe ile bir ilgisi olmadığını. Kalp ile ilgilidir, gönül ile ilgilidir. Duygularımız bizim ruh dünyamızla ilgilidir. 


Gerçekten öyle mi? Duygularımız bizim ruhumuzla, manevi dünyamızla mı ilgili? Yoksa doğrudan doğruya biyolojik bedenimizle mi ilgili?


Bir kaç gün önce gazetenin birinde okuyorum: "Antidepresanların yan etkileri şöyle de böyle de, .... Antidepresan kullanan hasta önüne gelene aşık oluyor. İlacın kullanımı durdurulunca da aşkı bitiyor...". Başka bir araştırma: "Erkek deneklere dişi fenomeni koklatılması, fotoğrafta gösterilen kadını beğenmesini etkiliyor." Benzer şeyleri hepimiz hatırlarız. "Masum yüzü olan bir kadın görünce erkekler şu hormonu salgılıyor" gibi, neymiş efendim o hormon da koruma içgüdüsünü tetikliyormuş. Erkek o kadını korumaya kalkanına alınca da kadın yelkenleri suya indiriyormuş. hehehehehehe. Süper. Karmaşık birer robottan farklı olmadığımızı düşündürüyor bu tarz araştırma sonuçları.


Bedenimizin kullandığı iki tür iletişim yöntemi var galiba. Biri standart iletişim yöntemi (hormonlar, kimyasallar, kan yoluyla), diğeri de ivedi iletişim yöntemi (sinirler). Bedendeki organların tamamı ihtiyaçlarını, eksiklerini kimyasallar ile bildiriyor. Bunu tamamlayacak olan organ da yine bu eksik kimyasalı üretebiliyorsa üretip kana bırakıyor ya da dışarıdan alınması için talimat veriyor. Bizce anlamsız olan bir zamanda canımızın bir şey çekmesi ya da aşermek ihtiyaç olan malzemenin dışarıdan temininden başka bişi mi? Değil gibi görünüyor.


Dışarıdan temin edilen kimyasallar bir yana, duygularımızı yöneten kimyasallar beden içinde üretilenler (ya da üretilmesi gerekenler). Şimdi bana bunların ismini sormayın, bi yığın latince kelime. Ne dilim döner söylemeye ne de aklımda tutabilirim o kadar şeyi. Hoş bu ara endorfin ismini gaaayet kolaylıkla aklımda tutabiliyorum. :))


E peki nasıl oluyor da bu kimyasallar bizim duygu dünyamızı şekillendiriyor, lafı dolandırmayalım, duygularımızı açığa çıkartıyor? Çok da karmaşık değil aslında. Yemek yer bedenin ihtiyacı olan enerji ve kimyasalları temin edersiniz ve anında mutluluk hormonu ile ödüllendirilirsiniz. Bir ihtiyaç sahibine yardım edersiniz anında bilmemne hormonu üretirsiniz, o hormon da ne hikmetse ömrü uzatır. Masum yüzlü bir kadını korumaya aldığınızda da aynı hormon işte ortalığı karıştıran. Sonuçta hangi duygumuzu incelesek hep altında bir veya birkaç hormonun işgüzarlığını görürüz. 


Hormonların, kimyasalların duygular üzerindeki etkilerini detaylı olarak inceleme gereği bile duymadım. Şu hormon/hormonlar şu duyguyu açığa çıkartıyor, bu kimyasallar bu duyguyu... Benim için önemli olan maneviyatımızdan geldiğini zannettiğimiz duygularımızın aslında kan damarlarımızda dolaşan kimyasallarla sağlanıyor olmasıdır. Eee bu neyi anlatır peki? Neyi anlatacak, insanı insan yapanın duygular olduğunu öğrettiler bize. Basit bir kimyasal/hormonal tepkime alt tarafı. Tamam bunu öğrendik de sorunlarımız çözüldü mü? :)) Sanmıyorum, ben hala endorfin istiyorum. :)))


Buraya kadar olan kısım zâhirdi. Bâtından bişi ekliyeyim de rahat edeyim: İnsan duygusal değil, duyarlı bir varlıktır. Duygusallık insansı vasfıdır.


Çok derinlerimizden geldiğini kabullendiğimiz duygularımız aslında derimizin altındaki tepkimelerin ve hatta tepişmelerin açığa çıkışı sadece. ;))

1 Şubat 2011 Salı

Esmâ'dan

"Abi ben valla samimiyim!" valla? valla. valla mı? valla! :)))

Kelimelerin hayatımızda önemli yerleri var. Bunu sanırım herkes biliyor olmalı. Herkesin hemfikir olduğu bir konuda yazmak pek eğlencesiz olmaz mı der gibi birileri. İyi, ben de herkesin pek de hemfikir olmayı beceremediği bir patikaya doğru çekerim. Kelimeler tamam önemli de niye önemli? eeeee şey işte anlamları var ya, onlar işte pek önemli. valla mı? valla... :)))

Kelimelerin hiç bir anlamı yoktur. hah iyi zırvaladın der gibi birileri. :) Konuyu dağıtmiim. Kelimelerin hiç bir anlamı yoktur. Her kelime bir adrestir. Titreşimi ile, vurgusu ile, bağlamı ile kelime bir adres barındırır. O adrese gittiğinizde bir mânâ bulursunuz. Bizler bulduğumuz bu mânâyı kelimenin anlamı olarak kabullenir bunun üzerinde de öyle pek de düşünmeden geçer gideriz. Kelimenin telaffuzunda yaptığımız bir hata bile titreşimi değiştirir, yani işaret ettiği yer değişir, yani mânâ değişir. Zaman zaman çevremdeki insanları bu konularda bilgilendirmeye uğraşıyorum. Pek olumlu tepkiler aldığım söylenemez.

Kelimenin mânâsı dediğimiz şey tamamen kelimenin işaret ettiği yerdeki mânâ demektir. Ne diyorduk biz buna? Rumuz. Kelimeler remz eder, mânâya işaret eder.

Kelimenin, kavramın içini boşaltmak, işaret edilen yerdeki mânâyı yok etmek anlamına geliyor.

Bu kadar girişten sonra dönelim en başa. Samimiyet nedir? Yakın olmak? Açık olmak? Kırılmamak? Güvenmek? Sırlarını paylaşmak? Yalan söylememek? Çıplak olmak? Aracıları çıkarmak?

Başkalarını bilmem, ben samimiyet dendiği zaman gördüğüm mânâ ile çırılçıplak olmak dendiği zaman gördüğüm mânânın adresleri neredeyse yüzde yüz örtüşüyor.