23 Aralık 2010 Perşembe

Yaşasın Yemek Yemek


Yaren, ufaklık, birader Aydın'da asker arkadaşımın evindeyiz. Hadi dedik Kuşadası'na gidelim. Hem denize girer hem etraftaki hatunlara bakar gözümüz gönlümüz açılır dedik.  Gittik denize girdik, dolaştık, vitrinlere baktık. Bu arada haberiniz olsun Kuşadası'ndaki esnaf tam dayaklık. Saygısız, seviyesiz, terbiyesiz, ilgisiz. Varsa yoksa yabancılar, Türk olduğunuzu anladıkları an cebinizdeki paraya bile ilgileri kalmıyor.

Akşamı ettik, eve dönücez. Asker arkadaşım telefon edip eşini aradı. Telefonu kapatıp "Beyler evde taze fasulye var yemekte!" demesi hepimizi derin bir kasvete bürüdü. Hiç birimizin canı eve gitmek istemiyor. Hepimiz açız. Kuşadası'ndan çıktık, Söke'ye doğru gidiyoruz. Kuşadası Söke arası 20 km. Yolun yarısı boyunca bir rampa çıkıyorsun, geri kalan yarısında da o rampayı iniyorsun. Kısacası bir dağ aşıyorsun. Tam tepede bir Yörük köyü, adı Yaylaköy. Bir kaç lokanta falan var orada. Birader cırladı "Bi duralım da şurada sac böreği yeriz, ayran içeriz" dedi. Girdik birine.


Büyükçe bir oda şeklinde bir lokanta, içeride bizim ocak dediğimiz şömineler var bir duvarda dizili. Her birinde kocaman çotuklar yanıyor, üstlerine de saclar atılmış. Hoş bir duman kokusu, zeytin ağacının yanık kokusu, tereyağ kokusu, peynir, ot kokuları ortamı şenlendiriyor.

Ben her zamanki gibi peynirli istedim, birader otlu istedi, ufaklık kaşarlı istedi, yaren galiba patatesli istedi. 50 santim çapında kocaman gözleme tarzı incecik börekler bunlar. İçleri çakılı malzeme dolu. Bizde adettir, herkes birbirinin yemeğinden tadar. Bi anda havada börek parçaları uçuşmaya, eller kollar birbirine karışmaya başladı. Neredeyse hepimiz börekleri yarılamıştık. Hepimiz memnunuz, evdeki taze fasulyeden yırttık sevinci, aç karnımızı doyurma keyfi, muhteşem ege usülü sac böreği yeme ayrıcalığı. Hepsi bir arada. Nasıl mutluyuz nasıl mutluyuz...

Mutluluğumuzu şerefsizce, namussuzca, düşüncesizce esen rüzgar bi anda paramparça etti. Gittiğimiz lokanta 3-4 lokantanın bir arada olduğu yol kenarı ceplerinden biri. Rüzgar yan lokantadan bize doğru esince benim keyfim de mutluluğum da ağzımın tadı da kaçıverdi. Kafamı kaldırıp baktığımda herkesin ağzındaki lokma büyümüş, herkesi bi keyifsiz gördüm. Rüzgarda mis gibi et kokusu! Öyle garson falan yok. Pişiren de servis yapan da köy halkından. Çağırdım bize servis yapanı, "Et de yapıyonuz mu siz?" dedim umutla, hevesle. Verdiği cevap hevesimi kursağımda bıraktı kelimenin tam anlamı ile.

Börek yarım, gitmiyor. Bir lokma bile daha yiyesim yok. Yok yaa dedim kendi kendime duramıycam. Kalktım yan lokantaya geçtim.

Dışarıda kocaman bir mangal kurmuşlar, içeride kasap reyonu, yine deminki lokantadaki gibi duvarın birine boydan boya ocaklar, ortada manavvari bişiler...

"Selamun aleyküm. Üstad açıksınız di mi daha", "Aleyküm selam, açığız beyim açığız. Müşteri olduktan sonra kapamayız." Girdim içeri kasap reyonunu inceliyorum. Aman Allah'ım o ne güzel etler öyle. Saf saf dizilmiş kıpkırmızı dana etleri, bonfileler biftekler. Yanında özenle sıralanmış kuzu etleri, kavurmalık, şişlik, pirzolalar, kollar, butlar, üff. Bunların önünde sucuklar ile aramdaki set beni rahatsız bile etmedi ki ben sınırları sevmem. :)) En sonda da köfteler...

"Üstad meraba ne yicez biz?" "Beyim ne istersen işte hepsi burda." "Yok yok, illa de bişi. Ne yicez, sen olsan ne yerdin?" "Bak ben sana o zaman pirzola veriim, bi de şiş?" "Tamam beş kişiyim ben, hazırla sen etleri geliyorum. Rakı var mı burada?" " Etleri hazırlıyorum beyim, ama bizde rakı yok. Rakıyı diğer lokantada veriyoz. Buranın alkol izni yok."

Döndüm o kıytırık sac börekli masaya (manyak ya sac böreğine bile kıytırık diyip çamur attım, şimdi olsa keşke). Beni hepsi bilir tanır, hepsinin yüzünde muzip bir tebessüm, e söylemedin mi etleri kalkıp gitmiyoz mu sorusu ile dolu muzip bakış. Yine çağırdım ben servis yapanı, "Abla biz et yicez, sen bunları bize paket yapsan, ayıp olmaz di mi sana?" "Yok yok ne ayıp olacak, Ha onlar ha biz. Hepimiz biriz burada". Toparlandık geçtik yan lokantaya...

Abartmiim 5 kilo civarı et yedik. Off offf offf! O şişler, pirzolalar, sucuklar... Anlatayım diyorum ama yok bööle bişi anlatılır gibi değil. Bak yine ağzım sulandı. Ayran da nefis bu arada. Özlemişim bak oraları, bekle Çavuşum geliyom. :))

Aslında biz o akşam efendi efendi taze fasulyemizi yiyecektik. Biraderin sac böreği lafı bizi bir kez, esen rüzgar da ikinci kez günaha soktu. :)) Mutlu muyduk? Heeem de nasıl mutluyduk. Eve karnı tok dönen beş erkek. :))

6 yorum:

Depresif Ayu dedi ki...

5 kişi 5 kilo et mi yediniz Bilgecim? Bir de, az da olsa böreğin üstüne. Nedense bu halimle yanında minyon kalacakmışım gibi bir his oldu içimde. Ama bazıları yese bile benim gibi tombiş olmuyor, sıkı etli falan oluyorlar anca. Yoksa sen de öyle misin?

Sanırım öylesin.

Bilge dedi ki...

Ya Ayucum 5 kilo dediysem aşağı yuvarladım. Bi de bu ufaklık harbiden ufak tefek bişi. Eti de öyle sevmez. O yemedi zaten bişi. İki tırtıkladı bıraktı. Yarı tok olmasak yerdik epey et, ama gel gör ki mide boş değildi. :)))

Hayatım boyunca hiç rejim yapmadım. Öyle diyim sana. :)))

Depresif Ayu dedi ki...

sen daha sonra bloğunda bana bahsettiğin şeyi yapacağın için seninle ilgili tahminlerde bulunmuyorum. hemen yap ama, bakalım en yakın kim tutturacak :))

B. dedi ki...

beş arkadaş birarada neşeyle yeniyorsa elbet o yemek sevilir, ister börek ister et ister basit bir sandviç olsun.

Yalnız yaşayıp da pişirdiğin yemeyi tek başına yiyeceğini düşünürsen ne yemek yapmak sevilir ne yemek yemek.

bana yalnızken masaya oturup yemek yemek çok ağır gelir mesela. Evde ya da restoranda. Sofra, bir kişilik bir kavram değil, dolayısıyla yemek de öyle.

Depresif Ayu dedi ki...

Aaa öyle deme ama. Ben yazın tek başınayken bile kendime neler neler yapıp yiyorum. Mükellef sofralar hazırlıyorum. Çok eğleniyoruz kendimle sorma :))))

B. dedi ki...

Yılın bir kaç ayı yalnız kalıyorsan sadece, o yalnızlık keyif verir. Aksi şekilde yaşayıp, yalnızca yılın bir kaç ayında ailenle ve arkadaşlarınla yemek yiyor olsaydın, o yalnızlık keyif değil acı verir olurdu.