11 Aralık 2010 Cumartesi

Taşıma Bandı





Geçen öğretmenimle sohbet ediyoruz. Laf döndü dolaştı internet, sosyal paylaşım siteleri, bloglara geldi. Aaa dedim benim de bloğum var. İnceledi bloğumu sonra kızdı bana. Ülen dedi sen bu musun? Bu ne biçim blog? Ne bu illa şu konuda yazcam diye kasman? Saçmalama! Bak heves etmişsin yazcam demişsin. Güzel de, rahat ol, kendini kasma, konu veya tarz için sınırlama kendini. Sınırlar senin en nefret ettiklerin iken nasıl oluyor da kendini sınırlayıp da lezzetli yazı yazıcan ki? Olmaz öyle şey. Ben biliyorum, sen de biliyorsun, senin içinde söyleyecek çok şeyin var. Var olmasına var da, senin o içindekileri aktaracak bantta sorun var. Önce o bandı bi çalıştır hele. Bak bakalım ne yük çekiyor, bant sağlam mı, seri mi? Sen bandın istihabine bakmadan yüklemişsin maşallah koca ağırlığı.


Şöyle bir baktım öğretmenimin sözlerine, haklı valla. Ben de şöyle bir bakındım acaba blog adresini değiştirsem, hatta blogger yerine word presse geçsem mi diye. Tembellik başa bela, sıkıldım wordpress mördpress uğraşmaktan, geldim mis gibi bloggırıma, önce adımı değiştirdim (adres aynı kaldı), sonra da en sevdiğim konunun dedikodu olduğunu ilan edip ilk yazımı döktürmeye başladım.

Hoş bu yazıdan çok itirafname gibi oldu. Siz bilmezsiniz, ben kahveyi pek bi severim. Kahvesiz bir hayat hayal edemem bile. Fotoğrafı da çok severim. Kahve fincanı şeklinde fotoğraf makinası lensi gördüm. Onu da profil fotoğrafı yaptım ekledim. Aslında bunun aynısından bi tane bulsam hemen alıcam. Ne keyifli olurdu bununla kahve içmek. Bir iki model gördüm ama içleri ya metal ya plastik. Ben kahve fincanı konusunda porselen olmalı diye de inat edecek kadar tutucuyum.

Henry Ford sen bir çığır açtın biliyorsun di mi?

10 yorum:

B. dedi ki...

yazının sonunda Henry Ford'u bulmak tam bir sürprizdi :)

kremkaramel dedi ki...

Sen bi de benim ilk yazılarımı göreceksin. Tam tersine öyle içimden geldiği gibi saçmalamışım ki hiç kimse bir şey anlamamıştı. Çünkü noktalama işaretlerini bilerek koymamıştım. Sonra bir gün oturup tek tek noktaladım. Çünkü baktım ki ben "anlaşılmak için" yazmışım. Gerçek hayatta anlaşılamamaktan bıktığım için...

Bilge dedi ki...

Öğretmenimin tavsiyeleri benim için çok değerli. Önceki yazılarım için sil onları dedi. Yaramaz onlar dedi. Hazır bloga bakmışken, onları da sileyim. :)

Depresif Ayu dedi ki...

karamel izleyicin olur da ben olamaz mıyım deyip dalıverdim içeri :)

ben de günde 2 - 3 kere türk kahvesi içen ve kahvesiz bir hayat düşünemeyen birisi olarak seni çok iyi anlıyorum. benim fincanlarım da porselen ama klasik değil, paşabahçeden aldığım kedicik motifli fincanlar :p

Bilge dedi ki...

Hoşgeldin Ayu! :)

Benim kahve sevdam biraz ileri seviyede. Günde belki de 10 fincan kahve tüketiyorum. Türk kahvesini pek sevmediğim için nescafe dediğimiz özlü kahve içerim. Fincan olarak; desensiz, incecik, kaliteli porselenleri severim. Hani böyle içindeki çayı kahveyi bile ışıkta gösteren cinsten.

kremkaramel benim ilk izleyicim. Şu Rus casusu gibi orda duran kişiyle henüz bir muhatablığımız yok. Blogu da yok zaten. :))

Depresif Ayu dedi ki...

nescafe mi? teşekkür ederim almayayım sonsuza kadar :)

yok hakkını yemeyeyim. bazı yıllar içtiğim oluyor hehheee

sana bone china fincan öneriyorum yaptığın tarif doğrultusunda. belki de seninki ondandır bilemem.

Bilge dedi ki...

Ayu sana söz ben bu kahve (nescafe) sevdasına nasıl tutuldum yazıcam. Niye Türk Kahvesi değil, niye çay değil orada açıklık kazanmış olur.

Bilge dedi ki...

Ayu yazdım kahve ile aramdaki sevdanın başlangıcını.

Adsız dedi ki...

Yeni düzenin hayırlu uğurlu olsun..
Bazen geçmişi silip süpürmek de gerekir..
Ama halının altına süpürdüysen biemiycem :))
Oralara da bakıcaz haberin olsun :)

Bilge dedi ki...

hahahahahahahahahahahahaha!!!

Halı yok zaten. :)))