27 Ocak 2011 Perşembe

Eşkıya

Normalde insanların gözünün içine bakmayı pek sevmem. Özellikle de tanımadığım insanların. Hele bir erkeğin gözünün içine içine bakmam için çok önemli sebepler gerekir. Bu adamın gözünün içine bakmaktan kendimi alamıyorum. Esmer, kısa saçları subay tarzı kesilmiş, kaşları dalgalanarak yukarı çıkıp keskin bir dönüşle aşağı iniyor. Sinirli mi ne, sert bakıyor. Yüzünde 1 santim boyunda sakalları var ki tam bir eşkıya görüntüsü sergiliyor. Hafiften tırstım... İçimdeki ürperti kendime gelmemi sağladı. Aynadaki görüntümden ürkebileceğim aklıma gelmemişti hiç. Hemen insan olmalıyım hemen hemen...


Bir haftadır Aydın'dayım. İstanbul'da haftada 2-3 defa tıraş olan ben, tıraş olmayı unutmuşum geldim geleli. Zaten hiç sevmem tıraş olmayı. Gül dudaklı bir dilber öpmeyecekse niye tıraş olayım ki diye düşünen erkeklerdenim. :) Tıraş olurken üstümü çıkarttım. Garip epeydir kendime bakmamışım aynada. Omuzlar genişlemiş, göğüs kafesi genişlemiş, göğüsler irileşmiş, karın kasları belirgin bir desen sergilemiş. Ülen nolmuş bana? Ayna bozuk galiba...


Çabucak tıraş olup duşa attım kendimi. Aynadaki eşkıyadan kurtulmaya çabalıyorum, acelem ondan. Yaban hıyarı kokulu şampuanı bolca boca ettim saçıma, ılık derinlemesine bir duşun ardından merakla baktım yeniden aynaya. Ohh! Gitmiş o eşkıya. :) Anı ölümsüzleştirmek istercesine fotoğrafımı çektim. Hiç selfportrait çekeceğimi düşünmezdim. "Özledim seni bir fotoğrafını gönder lütfen!" ricasının da selfportrait bekaretimi kaybetmemde katkısı olduğunu itiraf ediyorum.


----


Geçenlerde İzmir'e gittim. Çok uzun zamandır gitmemiştim İzmir'e. Allah'ım o nasıl bir hayal kırıklığı öyle. Son bıraktığımda köy havası vardı, Söz diyordu İzmir, yakında şehir olucam. Olamamış. Kocaman bir köy irisi gibi duruyor. Bozuk yolları, çirkin yapıları, karınca yuvasını andıran trafiği... 


İnsanları daha da tuhaf. Hepsinde aynı aptalca sırıtış, "mutluyum, elitim" kasıntısı, zemberekli oyuncaklar gibi hareketler... Bir memleketin tamamı için böyle bir ifade kullanabileceğimi sanmazdım. Hepsi bühül gördüklerimin. Kardeşim bir tane mi zeka ışıltısına sahip insan yok bu memlekette? Zekayı da geçtim, hiç birinde insanî bir ışıltı bile yok. Hepsinin içleri boşaltılmış, zihinleri alınmış, zemberek mekanizması takılıp sokağa salınmış. Alsancakta bir sokağa girdim, her taraf yemek servisi yapan dükkanlarla dolu. İçeri girip yemek yemeyi düşünebileceğim bir "Pizza Pizza" bir de kokoreççi vardı. Mekanların frekansları "Aman burda bişi yeme uzak dur!" diye barım barım bağırıyor. Cicili bicili giyinmiş nice insan oraları doldurmuş, lezzetten yoksun gıdaları tıkınıyorlardı. Oralarda yemek yemek mümkün değil, ancak tıkınıp açlık giderilir. 


Kordon diye bir sahili var İzmir'in. Hatıramda çok hoş bir izi vardı. Hiç gitmemeliymişim. Ben orada sahilin hemen kenarında oturup Arjantin denilen o biralardan içmiştim. Alkolün keskinliğine denizin şarkısını, okşayışını meze yapmıştım. Öyleydi o zaman. Deniz okşar gibi gelirdi yanına, sen istemesen bile sokulur sana okşar, fısıldardı şarkısını kulağına. Lağım kokusu arasında bile burnunda illa bir sevgi sözcüğü kalırdı. Kulakların duyamaz bu sözleri kıskanırdı burnunu. Şimdi ise... Denizi götürmüşler. Sanki deniz kenarında değil de taaaa Ankara'da oturmuşum gibi hissettim kendimi. Üzüldüm...


----


Sabah salonun kapısını açıp dışarı bakıyorum. Bakır rengi tatlı bir kızıl sarılık eşliğinde karşıdaki tepeler ışıldıyor. Alçak dağlar bunlar belki 1000 metre. Öyle heybetli durmuyorlar, saygısızlık yapmana da izin vermiyorlar. Yine de ağırlıkları var. Tepeye yakın bir köy var. Sabah güneşi ile yıkanıyor, hemen zirvedeki beyazlığın altında duruyor. Kar olamaz o beyazlıklar, kırağı olmalılar. Güneşi sağıp sağıp köye gönderiyor zirveler. Nasıl temiz bir hava, ışıl ışıl, pürüzsüz, berrak. 


Çok sözüm birikmiş. Yazmak anlatmak istediğim çok şey var. 

4 Ocak 2011 Salı

Kaybolan Rüyalar

Yıllar oldu rüyalarımı kaybedeli. Yanlış anlaşılmasın rüya görmüyorum yıllardır. Bazen de rüya gördüğümü sanıyor daha yataktan çıkarken hepsini unutuyor oluyorum. Yani böyleydi rüyalar ile ilişkim. Alışmıştım bu duruma.

Şimdilerde rüyalar geri geldi. Uzun metrajlı film gibi uzun uzun rüyalar görüyorum yine. Yorgun kalkıyorum yataktan. Keyifsiz rüyalar. Anlatılır gibi de değiller hani. Gördüğüm her rüya bir kaç cilde ancak sığabilecek romanlar kadar uzun.

Uyurken insanın aurası iyice zayıflıyor. O yüzden de rüyalardan çok etkileniyor. Sabah kalkıp aura canlanana kadar da o keyifsizlik halini taşıyorum üzerimde.

Yorulmuşum ben, piller iyice boşalmış. Gidip doldurmak lazım...



2 Ocak 2011 Pazar

İlk Aşkım?

Hadi size bugün aşık olduğum kişileri anlatayım. :))

İlk okul birinci sınıftayken öğretmenimin bir kızı vardı. İlk aşkım odur. Aynı yaştaydık ama o ikinci sınıfa gidiyordu. Acaip zekiydi, akıllıydı, bir de fena derecede zilliydi. :)) Sonra anladım ki aşk değilmiş benimkisi hayranlıkmış.

Sonraki aşkım, orta okul üçüncü sınıfta gördüğüm kızdı. Offf aradaki onca yıl aşksız boşa geçmiş. :)) Sınıfta ilk gün herkes ayağa kalkıyor adını söylüyor felan. Ben sınıfın solunda oturuyorum o sağında, pencerenin önünde. Pürüzsüz bir teni, karga gibi kocaman bir burnu, simsiyah saçları, içlerinde kandiller yanan ışıl ışıl kara gözleri vardı. Minik memeleri, incecik beli :)) ve kocaman poposu vardı. Aradan yıllar geçti nişanlandık. Sonra yürümedi ayrıldık. İlk okuldaki aşkımı unutup hep ilk aşkım olarak etiketledim onu. :)))

Evlendim, yürümedi ayrıldık. :)) (Yahu ya ben kadınlardan anlamıyorum ya da ilişki yürütmeyi beceremiyorum.) Ona hiç bir zaman aşkım demedim, aşkım olduğunu da düşünmedim, ama sevdim. Güzel kızdı. Ruslara benzerdi, sanki Slav ırkındandı. Bembeyaz tenli, elâ gözlü, siyah saçlı, küçük memeli, ince belli :)) koca popolu... Tamam napiim denk gelmiş işte! :))

Sonra Kara Gözlüm! Onu nasıl anlatabilirim ki? Kara Gözlüm'ü hiç görmeden sevdim ben. Çok uzun zaman sadece yazıştık, telefonlaştık. Daha görmeden sevdim onu. Gözlerinin o kadar güzel olması, anlatılır bir mutluluk değildir. Hani demiştim ya kadın gözlerini gözlerime diktiğinde kendimi daha erkek, daha çocuk ve kahraman hissetmeliyim diye. Bunu bana hissettiren tek kadındır. Ondan önce hiç aşık olmadığımı anlamamı sağladı. Rüyalarımda onu görüyorum, uyandığımda ilk onu düşünüyorum, gün içinde hep o aklımda ve yatarken onun hayaline sarılıyorum.  Kendisi bilmiyor ama, Kara Gözlüm ilk aşkımdır. Bir daha aşık olabileceğimi sanmıyorum. Çünkü "O" yokken, bırakın başka birini sevmeyi, dokunamadım bile...

Boş boş okumak yok bu sefer. Hadi bakalım fikrinizi söyleyin! Sizce ilk aşkım hangisi?

Aşk bööle bişi olmalı!